Hareket olaylarını inceleyen bilim dalıdır. 20. yy.’da Amerika’da doğmuş
olan Op’art duran ya da hareket halinde bulunan objelerin retina ile
algılanması olayı denemelerini konu edinen bir sanat türüdür. Optik
deyimi hareket olayını da kapsamaktadır. Böylece kinetik-optik deyimi
birbirine yakın anlamda kullanılmaktadır. Kinetik sanat büyük ölçüde
optik özellik göstermektedir.
Önceleri fizik ve kimya dallarında hareketle ilgili olayları tanımlamak
için kullanılan kinetik sözcüğü 1945’ten sonra sanatçıları
ilgilendirmeye başlamış, ışık ve hareket, plastik ve görsel sanatların
tasvirinde estetik öğeler ve ifade araçları olmuştur. 1960’ta kinetik,
sanat kronolojisinin yayınlanışıyla sanat dilinde yer etmiştir.
Arkaik sanatların hareketsiz, blok gibi görünen heykelleri zamanla ve
sanat anlayışlarına göre hareketlendirilmiş, barak sanat aşamasında
hareket ve ışık temel sanatsal ifade öğeleri sayılmıştır. Bernini’nin
Apollon ve Daphne, Prosperina’nın kaçırılması, daha sonraları
Carheaux’un La Danse’i, Rude’ün Marseillaise gurup heykellerinde
hareket, ifadenin tümüyle bütünleyici elemanları olarak
değerlendirilmiştir. Fütürist resim ve heykel sanatçısı Baccioni tümüyle
hareket algısı veren mekanda tek fom sürekliliği adlı bronz heykelini,
hareket olayını somutlaştırmak için yapmıştır.
Bauhaus, Rus Konstrüktivistleri, De Stilj hareketi ve daha yakın
dönemlerden Alexandre Calder bu akımın kaynağını oluşturmaktadır.
Kinetik sanat ilk kez konstrüktivistlerce ortaya atılmış ve bu sanat
düşüncesini Pevsner ve Gabo kardeşler manifestolarında şöyle
savunuyorlardı. “Sanatın Mısır’dan gelme bin yıllık yanılgısından,
sadece statik ritimlerden oluşabileceği yanılgısından kendimizi
kurtarmalıyız. Çağımızın duyarlılığının ana biçimi olarak, sanatın en
önemli unsurlarının kinetik ritimler olduğunu bildiriyoruz.” İlk kinetik
heykel bu anlayışla 1920’de N. Gabo tarafından yapılan “kinetik heykel:
Yükselen ve Duran Dalga” dır.
1930 öncesi kinetik sanat özellikleri sayıca çok azdır. “GELECEKÇİLİK”
akımı sanatçıları dinamik harekete dayalı bazı yapıtlar üretmiş, BALLA
ve Fortunata Depero (1892-1960) dönen, dağılan, dönüşen, yok olan ve
yeniden görünen üç boyutlu nesnelerden söz etmekle birlikte bunları daha
çok “mekanik tiyatro”da kullanmışlardır.
ARCHIPENKO’nun ahşap, cam, tel, ve metal kullanarak gerçekleştirdiği
heykelleriyle LAURENS’in “parçalanabilen”yapıtlarında bazı hareketli
parçalar bulunmakla birlikte, bunların hiçbirinde hareket bir estetik
öğe olarak kullanılmamıştır. Bu anlamda en erken kinetik sanat örneği,
DUCHAMP’ın Bisiklet Tekerleği (1913) yapıtıdır.
DELAUNAY’ın Diskler (1912-1913) dizisi GABO’nun Kinetik Konstrüksiyon
No-1’i (1920), TATLİN’in III. Entegrasyonal Anıtı Projesi (1919)’de
hacim yaratan kinetik örneklerdir.
1920’lerde MOHOLY – NAGY ‘nin elektrikli makine aracılığıyla ışık
etkileri yarattığı yapıtları ve RODÇENKO’nun konstrüksiyonları, 1940
öncesi kinetik sanatın önemli örnekleridir. Hareketi estetik ve
anlatımsal öğe olarak kullanma eğilimi ancak 1940’larda ivme
kazanmıştır. Dadacılık ve Gerçeküstücülük ile Yapımcılık’tan kaynaklanan
sanatçılar “kinetik” kavramını işlemeye başlamıştır. İtalyan sanatçı
MUNARI 1930’larda “kullanışsız makineleri tasarlamış, 1940’larda da
kinetik nesneler gerçekleştirmiştir. 1950’erde Fransız sanatçı Pol Bury
(d-1922) istendiği zaman döndürülebilen” hareketli düzlemleri ile (Plans
Mobiles) hareketi anlatım aracı olarak kullanılmıştır.
Kinetik sanat 1960’larda gerek ABD’de gerek Avrupa’da yaygın anlatım
türlerinden biri haline gelmiştir. İngiltere’de MARY MARTIN (1907-1969)
ALTINORAN gibi matematik kuralarıyla biçimlendirdiği yapıtlarında
hareketi doğal ışık aracılığıyla elde ederken, kocası MARTIN hareketli
nesnelerden yararlanmıştı.
Fransız sanatçı MORELLET ile Arjantin’li LE PARC da yapıtlarında
özellikle bilimsel ilkelerden hareket etmişlerdir. Öte yandan TİNGUELY
ve TAKIS gibi deneysel sanatçılarda hareketli yapıtlarıyla ünlenen
kişilerdir.
Bu dönemde Avrupa’nın bir çok önemli sanat merkezinde kinetik sanatın
irdelendiği grup sergileri açılmıştır. Bu yapıtların çoğunda çok çeşitli
malzeme ve tekniklerden yararlanıldığı, hatta bilgisayarın bile
kullanıldığı görülür. Kimi örneklerde hareket yavaş, kimilerindeyse
gözün izleyemeyeceği kadar hızlıdır. Düzenli olan kadar, rastlantısal
olanda vardır.
1970’lerin yeni estetik arayışları içinde hareketin yene anlamlar
kazanması yumuşak, zarif, ritmik, tekdüze, düzensiz vb. gibi sıfatlar
yüklenmesi kinetik sanat örneklerinin çeşitliliğinin artmasına katkıda
bulunmuştur.
Kişilerin katılması ile değişik mekanlarda yapılan ışıklı denemeler
sanal gösterileri sayılabilmektedir. Laser ışınlarıyla uzayda yapılan
ışık düzenlemeleriyle 20 yy’ın son aşamasında sanata verilen değişik
anlam belgelenmek istenmektedir.